Termal ve Tarihî Kaplıcaları

Termal; Yalova’ya 12 km. mesafede şirin bir ilçedir. Ancak esas ününü Samanlı dağlarının kuzey yamacında vadi içerisindeki tarihî kaplıcalarından alır. Yalova’dan Çınarlı Hıyaban denilen, üzeri çınarla örtülü uzun bir yoldan geçilerek varılan Termal, tarihî kaplıcalarıyla yüzyıllardır şifa dağıtırken diğer taraftan, doğal bitki örtüsü, ılımlı iklimi, yemyeşil doğasıyla gelenlere müstesna bir dinlenme, tatil, piknik, yaşama ortamı sağlamaktadır. Tarihî değeri, şifalı su kaynakları ile dünyada eşine az rastlanan ender yerlerden biridir. Termal, eskiden beri kesintisiz bir kaplıca kültürünün yaşandığı önemli bir yerleşim yeridir. Yalova’nın bütününü anlatttığımız Turizm Rehberi‘nde de önemli bir yer işgal etmektedir.

Uzun tarihî süreci içinde günümüze ulaşan Termal, 1995 yılında ilçe olmuştur. Akköy ve Yenimahalle köyleri de Termale bağlıdır. Kaplıca vadisinin kıyısında bulunan ve önceleri köy olan Gökçedere ve Üvezpınar Yalova il olunca Termal ilçesinin mahallesi olmuştur. Kaplıcalar bu iki yerleşimin arasında kalan ormanlık bir alan üzerindedir. 397 parselde kurulu olan Termal Su Şehri, TC Kültür Bakanlığı İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 19/01/1996 tarih, 3995-2 no.lu kararı ile I. derece doğal, arkeolojik ve tarihî sit olarak ilan edilmiştir.

Roma Bizans ve Osmanlı dönemlerinde hep şifa dağıtan Termal’in şifalı kaynakları günümüzde de önemini korumakta, aynı hizmetini sürdürmektedir. Günümüzde bir taraftan kaplıca olarak istifade edilirken diğer taraftan, gezinti, dinlenme, içmece, yazlık gibi amaçlarla da kullanılmaktadır. İstanbul, Bursa, Kocaeli gibi büyük şehirlere ve sahil şeridine yakınlığı ile de turizm açısından önemi bir kat daha artmaktadır.

2200 metre derinlikten geldiği saptanan termal suyu, içinde taşıdığı maddeler nedeni ile 1911 yılında Roma’da yapılan Dünya Termal Suları Değerlendirilmesi’nde “Dünya Birinciliği Ödülünü” kazanmıştır.


Kaynağından akan deresi, kaplıca hamamları, dinlenme ve konaklama tesisleri, seyir yerleri ile tamamen yemyeşil bir doğal güzelliğin içindeki Termal kaplıca bölgesi her gün sayısız misafirini ağırlamaya devam ediyor.

Termal, eski çağlardan beri Yalova bölgesiyle beraber bütün tarihî çalkantıları, savaşları, el değiştirmeleri yaşamıştır. Yalova’nın da içinde bulunduğu antik Bithynia toprakları, Türklerin egemenliğine kadar Roma Bizans hâkimiyetinde kalmış, Osmanlı döneminde de önemini devam ettirmiştir. Eskiçağ’da Termal’in adı Pythia Therma (Pythion) idi. Nikomedia’ya (bugün İzmit) bağlı taşra olarak değerlendirilen bölgede, Konstantinopolis’in (İstanbul) kuruluşundan önce, Helenepolis (Hersek), Pylai (Çiftlikköy) dışında kayda değer çok önemli bir yerleşim yoktu.

I. Constantinos (312-337) İstanbul’u başkent yapınca, IV. yüzyılda bu bölgeye, kaplıcalara annesi Helena ile gelmiş, mide ve cilt rahatsızlıkları için tedavi amaçlı olarak daha sonra da sık sık ziyaret etmiştir. Bu ziyaretleri sırasında kaynak civarında bina ve tesisler olabileceği hatta Arhangelos Kilisesi ile hastaların dinlenmesine ayrılmış bir binanın bu imparator zamanında inşa edilmiş olması muhtemeldir.

Eski Yunan mitolojisinde Apollo Pythia ile irtibatlandırılan buradaki Pythia Therma kaplıca merkezi Bizans imparatorluk eliti tarafından ziyaret edilen bir yerdi. İmparator Justinianus’un (527-565) karısı Theodora’nın dört bin kişiden oluşan bir maiyetle burayı ziyaret ettiği kaynaklarca not edilmektedir. Pythia Therma kaplıcalarının Justinianus’un halefi (ve yeğeni) II. Justinus (565-578) tarafından tamir ettirildiği de kaynaklarca ifade edilmektedir.

Yalova kaplıcaları yaklaşık olarak İ.Ö. 2000 yıllarında oluşan güçlü bir yer sarsıntısıyla meydana gelmiştir. Bu tarihten sonra da çeşitli rivayetler, arkeolojik bulgular etrafında, dönem tarihçileri ve seyahatnamelerinin izinde bölge tarihi aydınlanmaya başlamıştır.

Arkeolojik kazı ile ortaya çıkartılan bölgede veya yakın çevresinde bulunarak, kullanımdaki kaplıca yapılarının duvarlarına monte edilmiş veya buradan daha da uzağa “Yalova Açık Hava Müzesi”ne, hatta İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gönderilen mezar stelleri ve arkeolojik taşınabilir objeler de bulunmaktadır. İ.Ö. II ve İ.S. III. yüzyıla uzanan tarih yelpazesine tarihlenen bu eserler, mezar stelleri ve adak stelleri yoluyla bölgede yaşayan insan profilini ve meslek gruplarını, aynı zamanda da bölgenin antik dönemdeki adlandırılması ve sınırları hakkında da bilgiler vermektedir.

Günümüze ulaşan arkeolojik veriler bölgenin inanç sistemi hakkında da birtakım bilgiler sunmaktadır. Bu antik dönem efsanelerinin bölgedeki sözlü gelenekte izleri bugün bile görülmektedir.

Pagan inanıştan Hıristiyanlığa geçişte, üç nemf kültünün, isim değiştirerek “Üç Azize”ye dönüştüğü Hristiyan kaynaklarında yer almaktadır. Buna göre bu bölgede yaşayan Menedora, Metrodora ve Nymphodora isimli üç kız kardeş Hıristiyanlığı kabul ederek bu bölgeye ibadet ve inziva amacıyla çekilir. Burada hastaları iyileştirmekte ve çeşitli mucizeler göstermektedirler. Bunu duyan koyu putperest Galerius Maximianus (305-311) önce onları uyarmış fakat üç kız da yeni dinlerinde ısrarcı olmuş ve tüm teklifleri reddetmişler, bunun üzerine üçü de işkence görerek ölmüşlerdir. Gökten gelen bir alev bütün işkence yapanları içine alarak yok etmiş, sonrasında yağan yağmur yeryüzündeki ateşi söndürmüştür. Üç kardeş bölge halkının yardımıyla saygıyla toprağa verilmiş ve kaplıca bölgesinde bir tepede “Üç kardeşler” olarak adları bugüne kadar yaşamıştır. Eylül günü bugünün anısına Hıristiyanlarca anma günü olarak kabul edilerek ayinlerle anılmaktadır.

Bizans’ın son döneminde ilginin Bursa kaplıcalarına kayması ile ilgisiz ve bakımsız kalan kaplıcalar, Türklerin bölgeye gelmesiyle yeniden canlanmaya başlamış ve dönemin tarihçilerinin yazdıkları eserlerine konu olmuştur. Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman’da Yalova kaplıcaları şöyle geçer:

”…Ol yörenin şenlik olmasına sebep beyan ettiler… Biri dahi ol kim meğer İstanbulun tekfurunun bir mahbube kızı vardı, gayet cemile kızdı. Onu Tekfur gayet de severdi; nâgâh ol kız cüzzam olmuştu; andan tekfur ne kadar memleketinde ve gayri iklimlerden ne kadar etibba varsa mal döktürüp getirtmişti, hiç birisinden çare olmadı. Nice kim timar ettiler hasıl olmadı… Tekfur birgün vezirlerine eyitti; bari bu kıza bir yer buluverip anda koyun; anı ben bu halde görüp tasalanmayayım dedi. Meğer İstanbul’un karşısında Anadolu yakasında Yalak Ovasında bir Tanrı’dan ıssı su vardı. Şöyle yerden kaynar çıkardı; çokluk su idi; vardılar yarâğın görüp (lüzumlu eşyayı temin edip) anda gönderdiler… Kız anda karar edüp dururken bir yüksek yere çıkup ol yerden çıkup kaynayan suya nazar edüp dururken gördükim bir kara canavar geldi… ol suyun balçığına girip gömülüp biraz yattı, andan çıkup dağlara giderdi, irtesi gün geri geldi, yattı, çıkup yine gitti. Öyle ede ede ol canavarın tüyü bitti, geldi, semirdi sağ oldu güzellendi. Ahir ol kız ol canavarı görücek gönlüne ilham düştü… Belki Hat Teala bana dahi sıhhat vere deyup soyundu, ol suyun balçığına gömülüp yattı. Bir nice gün istimal etti… pak oldu, tiz atasına müştucu gönderdi… Tekfur onu işidip kayığa bünüp anda vardı. Kızını sağ esen bulup şad oldu. Andan nice sıhhat bulduğun sordu. Kız dahi canavarı nice gördüğün ve kendinün vasfı halini atasına beyan etti. Çünkim Tekfur ol sudan ol hasiyyeti gördü, ümid etti kim üzerine türlü türlü bina eylediler, kubbeler ve havuzlar ettiler ve kurnalar ettiler, bir hamam ettiler kim alemi kainatta emsali yoktu. Ol su gayet ıssı olmağın ayruk yerden kargir ile soğuk su getirdiler; çok emekler çektiler; andan sonra yer altına gider gemiler ettiler; ta hatta denize değin ol gemiler yer altından gelür.. Ol yerler hod şenlik idi illa ol kızdan ötürü dahi şenlik oldu ve hisarlar ve kaleler ve şehirler olduki vasfı olmazdı… Anda ol kafirler karar ederken nâgâh birgün bir üryan derviş çıkageldi; anları islama davet etti… Derviş ol arayı fethetti; anda karar etti. Akibet anda vefat etti; ziyaretgah oldu. Şimdiki halde dahi ol hamam yanında ol mezar bellüdür, meşhurdur, ol hamama varanlar ol mezarı ziyaret ederler…”

Bu bölge Türkler tarafından 1325 yılında fethedildikten sonra Orhan Bey tarafından Gazi Karamürsel Bey’e tımar olarak verilmiştir.

XVI. asır Osmanlı tarihçilerinden Hoca Sadeddin Efendi’nin anlatmış olduğu aynı hikâyenin anlatıldığı benzer bir rivayet de, kaplıcaların şifasını ve Bizans döneminde buraya verilen önemi gösterir.

Osmanlılar döneminde bilinen ve kullanılan kaplıcalarda XVI. yüzyılda kaplıcalar bölgesinde imar faaliyetlerine devam edilmiştir. Mimar Sinan’ın baş mimarlığında Yalova’da kaplıca yolu üzerinde Diliskelesi’nde bir köprü, Samanlı’da bir kervansaray ve bir cami (Rüstem Paşa Camii) kaplıca bölgesine geçiş yoluyla ilgili olarak düşünülebilecek yapılardır.

Evliya Çelebi de, Seyahatnâmesi’nin kaplıcalar bölgesini anlattığı bir bölümünde bölgeyi canlı bir mesire yeri şeklinde tasvir etmiş, yüzyıllar boyunca anlatılagelen efsanelere de yer vermiştir. Evliya Çelebi şöyle anlatır:

“Menzili Germ-âbı cihân-nümâ: Bir hâlî kûhistân içre aslâ güneş te’sîr etmez bir hıyâbânı kûyâhdır kim her tarafında birer kûşe ibâdethâne külbei ahzânları vardır. İki yüzden mütecaviz haymeler var. Biz dahi haymei müzeyyen, kuşda kurup sohbete başladık (cihan- numa kaplıcaları: tenha ve ormanlık içinde hiçbir zaman güneş görmeyen bir bahçedir her köşesinde ibadet edilecek kulübeler vardır. İki yüzün üzerinde çadırlar var. Biz de çadırımızı bir köşeye kurup sohbete başladık). Mukaddemâ (tahrîr olunan) Dil İçmesi’nde müshil su içenler elbette bunda germ-âb ılıcalarına gelüp tahsîli mizâc ederler, bir kûhı bâlâ içre ılıcalardır. Yanko b. Madyân zamânı binâ olunmuşdur.”

Evliya Çelebi devamında bilinen Tekfurun kızı hikâyesini anlatır ve sonra da “…..Hâlâ iki kubbesi zâhirdir. Bir kubbe içre bir havzı azîmi vardır. Suyu gâyet ıssıdır. Ammâ mâi bârid halt edüp mu‘tedil olur. Gâyet nâfi‘ ılıcadır. Her sene kiraz mevsiminde bu dağlar benî Âdem ile bu ılıcalar hâtırıyçün ma‘mûr olur. Safâgâh mahaldir…”6 (Halen iki kubbesi görülmektedir. Bir kubbe içinde hoş ve büyük bir havuz vardır. Suyu gayet sıcaktır. Soğuk su katılırsa ılık olur. Çok faydalı ılıcadır. Her sene kiraz mevsiminde, bu dağlar ılıcaların hatırı için bir sefa yeri olur..) diyerek orada gördüğü hamamdan ve sudan bahseder. Evliya Çelebi’nin vermiş olduğu bilgiler şu ana kadar Yalakâbâd hakkında yazılanları doğrular niteliktedir.

Dönemin başka bir entelektüeli ise Kâtip Çelebi’dir. Kendisi ünlü bir coğrafya kaynağı olan Cihannüma isimli eserinde Yalova için şu bilgileri verir: “Yalakâbâd vasatı sevahil-i cenubda halici Iznikmid’de bir kazadır. Anda bir içme vardır ki müshildir. Andan içerler. Ağustosta mevsimi olub etraftan bazı ehl-i maraz varırlar. Nice kimseler şifa bulmuşlardır. Ol içme olan mahalle Yalıova dahi derler”.

Yukarıda belirtilen kaynaklardan ve daha başka birçok kaynaktan anlaşıldığına göre kaplıcalar Osmanlı döneminde hem şifa yeri hem de sayfiye yeri olarak kullanılmıştır. Kaynaklardan 1850’den sonra da İstanbul’dan çok sayıda kişinin, kaplıcalara tedavi amaçlı gitmeye başladığı anlaşılmaktadır.

Kaplıcaların saray erkânı ve dönemin ileri gelenleri tarafından tekrar keşfedilerek ilgi görmesinde, Sultan Abdülmecid’in annesi Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ın hastalanarak doktor tavsiyesi üzerine bölgeye gelmesi etkili olmuştur. Bezm-i Âlem Vâlide Sultan, 1845 yılında amansız bir hastalığa yakalanmış, bir süre ilaç tedavisi gördükten sonra sonuç alınamaması üzerine, 1849 yılında saray doktoru Dr. Dijdmon Spitzer’in isteği üzerine maiyeti ile birlikte kaplıca tedavisi için bölgeye gelmiştir. Vâlide Sultan buradan Sultan Abdülmecid’e yazdığı mektuplarda durumunu anlatmış ve bölge hakkında bilgiler vermiştir. Ziver Paşa’nın (Âsâr-ı Zîver) adlı eserinde Sultan Abdülmecid’in annesini görmek üzere üç kez Yalova’ya geldiği belirtilmektedir. Bu ziyaretler sırasında Roma dönemine ait bir kalıntının sultanın dikkatini çekmesi ile bu ve buna benzer kalıntıların Aya İrini’de muhafazasının yapılması talimatı, Türk müzeciliğinin başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

Sultan Abdülmecid buraya bu tarihlerde daha sonra Valide Hamamı diye anılacak bir hamam yaptırmıştır ki bu hamam ilerde anlatılacaktır.

1890’da İzmit sancağına bağlı bir nahiye olan Yalova’da, belgelerde yol yapım çalışmalarının hız kazandığı özellikle kaplıca yolunun yapım işlerinin ayrıntılarının sürekli kaydedildiği görülmektedir.

Tarihinin her döneminde bir sağlık ve dinlenme merkezi olarak önemini koruyan kaplıcanın suları 1892’de Cemiyet-i Tıbbiye tarafından incelenmiş, suların Aix Les-Bains sularına eşit olduğunun anlaşılması üzerine buraya otel ve hamam yapılmıştır.

1894 yılında kaplıcalara, Ermeni patriğinin ziyareti söz konusu olmuş ve bu arada Atina Ermeni Komitası tarafından suikast düzenlenmiş, fakat alınan tedbirler sayesinde patrik kurtulmuş ve İstanbul’a dönmüştür. Aynı yıl meydana gelen “1894 Depremi” kaplıca bölgesini de etkilemiş ve doğal sıcak su bir süre kesilmiş, sonrasında tekrar kaynağından akmaya başlamıştır.

1896 yılında bölgede sayıları artan eşkıya çetelerinin kaplıcalara gelen yabancı ülkelere ait diplomatlara ve Osmanlı bürokratlarına karşı tehdit oluşturması sonucu çeşitli önlemler alınmaya başlanmış, tam bu sırada kaplıcada görevli Baronzo’nun eşinin ve kızının dağa kaçırılması sürekli bir karakol inşasını gündeme getirmiştir. İstanbul’dan kaplıcalara gelişin bahar aylarında başlayıp, Eylül ayına kadar devam eden ve düzenli olarak çalışan vapurlarla gerçekleşmesi de XX. yüzyıl başına rastlamaktadır. 1908 yılına ait bir belgede de kaplıcalar bölgesine yolcu taşımakta kullanılmak üzere iki adet 12 kişilik otomobil alımı için teklif alındığı ve vapurdan inen yolcuların modern taşıt araçlarıyla kaplıca bölgesine ulaşmasının sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir.

Yalova’nın 1901 yılında “kaza” haline gelmesiyle yapımına başlanan Hükümet Konağı, rıhtım inşası ve kaplıcalarda yapılan onarımlar, Avrupa’da da yaygın olan kaplıca turizmine, Osmanlı ileri gelenlerinin rağbet etmesi üzerine, onları bu bölgeye çekmek için II. Abdülhamid’in izlediği bir yol olarak karşımıza çıkar ve bölgenin imarı hızla devam eder. Bu onarımlar sırasında VI. yüzyılda Jüstinianus döneminde yapılan hamam da 1900 yılında onarılmıştır. Kurşunlu Hamam olarak anılan ve bugüne kadar kullanılan yapının yola bakan yüzünde tamir kitâbesi yer almaktadırki Kurşunlu Hamam ileride anlatılacaktır.

Kaplıcalar, daha sonraki yıllarda Suriyeli Reşit Hayat isimli zengin bir iş adamı ve ortaklarına 51 yıllığına kiraya verilmiştir. Fakat zaman içerisinde kaplıcalar amacına hizmet eden bir yer olmaktan çıkmıştır. I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine sermayedarlar Türkiye’den ayrılarak kaplıcaları başka birine kiraya vermişlerdir. Termal kaplıcaları, Balkan Savaşı (1912-1913), I. Dünya Savaşı (1914-1918) ve Kurtuluş Savaşı (1919-1922) yıllarında sürekli tahrip edilmiştir. 1920’lerden sonra artan iç karışıklıklar ve azınlık çetelerinin bölge halkına yaptığı asayiş bozucu davranışlar ve Yunan işgali sırasında kaplıcalar kaderine terk edilmiş durumdadır.


Termal kaplıcalarında Termal deresi üzerinde yer alan ziyaretçilerin yoğun ilgi gösterdiği ayak suyu ve biraz yukarısında göz suyu.

Cumhuriyet Döneminden Günümüze Kadar

Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Atatürk’ün gayretleriyle yeniden canlanmıştır. Zira doğal güzelliğine hayran olduğu kaplıcaya Atatürk 1929 yılında Termal Köşkü ile Yalova’ya da köşkler yaptırmış ve hem dinlenme hem de çalışma yapmak üzere belirli zamanlarda Yalova’ya gelmiştir. Ayrıca Prof.Dr. Arif Müfit Mansel’e yörenin tarihî geçmişi ile ilgili araştırmalar yaptırmıştır. 1932 yılında Atatürk’ün kazı emrini vermesi ile başlatılan çalışmalar da çeşitli adak stelleri, mezar taşları, bir kilise ve dehliz, Bizans İmparatoru II. Iustinianos (M.S.565-578) monogramı taşıyan sütunlar bulunmuştur. Kilise ve dehlizin o dönemin günah çıkarma yeri olarak kullanıldığı, hastaların gelecekten haber almak üzere burada uykuya yattıklarına dair rivayetler vardır.

Kaplıca bölgesi, Atatürk tarafından özellikle ele alınarak yeniden imar edilmiş ve modern bir yapıya kavuşturulmuştur. Yalova ile kaplıcalar arasında XIX. yüzyılın sonlarında dikilen çınarlara ilaveten bütün yol iki taraflı yapılan çınar dikimiyle yeşil bir tünel haline getirilmiştir. Kaplıcaların işletmesi Atatürk tarafından, 12.2.1930 yılında Seyr-i Sefâin İdaresi’ne verilmiştir. Seyr-i Sefâin İdaresi’nde bölge, yöre halkı tarafından temizlenerek 400 usta ve marangoz marifetiyle onarıma tâbi tutulmuş ve mevcut yapılar, su yolları, su depoları tamir edilmiştir. Elektrik getirilerek, posta istasyonu, jandarma karakolu ve çeşmeler yapılmıştır. Ülke idarecileri için köşkler ve daireler hazırlanarak çalışma ofisleri ve halk için Büyük Otel ve Gazino onarılarak hizmete sunulmuştur.

1938 tarihinde çıkartılan 3653 sayılı kanun ile kaplıcalar bölgesinin kullanım, imar ve işletiminin kuralları belirlenmiş ve hazırlanan harita onaylanarak, bu bölgeye 500 metre mesafeye kadar alana yapılaşma yasaklanmıştır. Ayrıca dünyanın her yanından getirilen ağaç çeşitleri ile Türkiye’de ilk defa canlı ağaç müzesi oluşturulmuştur. Bugün de yürürlükte olan bu kanunla kaplıca bölgesi, günümüze kadar 1930’lardaki haliyle ulaşabilmiştir.

Atatürk’ün Yalova’daki kaplıca bölgesine sık sık gelmesi, burada yapılan çalışmalar ile modern bir tesis haline ulaşması, afişlerinin yapılarak tanıtımının yapılması ile mevcut otellerdeki yatak kapasitesinin ihtiyacı karşılamaması üzerine geniş yatak kapasitesine sahip bir otel yapılmıştır. Termal Otel’in yapımına 1935’te başlanmış, 22 Ocak 1938’de bitirilmiştir. Mimarı Sedad Hakkı Eldem’dir. Atatürk’ün de hastalığının anlaşıldığı otel, zamanla taşıyıcı unsurlardan oluşan korozyon ve yıpranma sonucu onarılma yerine 1984 yılında yıktırılmıştır.

2004 yılında yeniden aslına uygun olarak inşa edilmeye başlayan otel 2009 yılında tamamlanarak kullanıma açılmıştır. Termal Otel ile Kurşunlu Hamamı’nın arasında, sıra banyolarının da arkasında bulunan ünlü açık yüzme havuzu da, Türkiye’nin tescilli ilk havuzudur. Termal suyla doldurulan açık yüzme havuzu yaz kış kullanıma açıktır.

Kaplıcalar, 1939 yılında çıkarılan bir kanun ile Termal, Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’nin (bugünkü Sağlık Bakanlığı) yönetimine verilmiştir. 1947 senesinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı burayı Mayıs 1947-1952 yılları arasında Yalova Limited Şirketi Ortaklığı adında bir şirkete kiraya vermiş, daha sonra Yalova Kaplıcaları, 1952-1980 yılları arasında Denizcilik Bankası, 1980-2000 yılları arasında Turizm Bankası (TURBAN) tarafından işletilmiştir. 2000 yılından bu yana da kaplıcalar, Sağlık Bakanlığı tarafından işletilmektedir.

Bugün Sağlık Bakanlığı Termal Kaplıcaları İşletme İdaresi tarafından idare edilen tesiste faal olarak hizmet veren konaklama yerleri: Termal Otel, Çınar Otel ve Apart dairelerdir. Hamamlar ise; Kurşunlu Hamam, Valide Hamam, Sultan Hamam, Sıra Banyolar ve açık havuzdur. Ayrıca göz suyu, mide suyu ve ayak suyu kaynakları faaldir.


1- Termal kaplıcalarında suyun çıktığı ana kaynaktaki çeşme
2- Kaynaktan gelen Termal Kaplıcaları Deresi üzerindeki göze iyi geldiği düşünülen Göz Suyu 3- Esas kaynaktan gelen kaplıca suyunun biraz ilerisinde ziyaretçilerin şifalı kaplıca suyunun içinde ayaklarını dinlendirdikleri ayak suyu kısmı
4- Esas kaynağın hemen aşağısındaki geçit

1- Termal kaplıcaları bölgesinden Osmanlı döneminden kalma bir fotoğraf. Üzerinde “Yalova’daki hamamlar, bir dere” yazıyor (İBB Atatürk Kitaplığı).
2- Termal kaplıcaları bölgesinde Osmanlı döneminden kalma başka bir fotoğraf. Üzerinde “Yalova’daki hamamlar, çınar ağaçları altında banyolar” yazıyor (İBB Atatürk Kitaplığı).

1- Termal kaplıcalarında Kurşunlu Hamam’ın güneyindeki mide suyu
2- Termal Otel

Yeşillikler içinde yer alan Termal Atatürk Köşkü’nün önü

1- Cumhuriyetin ilk yıllarında kaplıca bölgesi (İBB Atatürk Kitaplığı).
2- Kaplıcaların aldığı uluslararası bir ödül Termal Otel’in girişinde sergileniyor.


Yorum bırakın

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑

Altınova Güncel sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın