Tarihî Geçmişiyle Yalova

Yalova’nın Konumu

Yalova, Marmara’nın güney kıyısında, eski çağlardan beri çeşitli yerleşimler olan bir bölgede, doğası, tarihî eserleri ve kültürüyle öne çıkan güzel bir şehirdir. Şehir, Altınova’dan Armutlu’ya kadar uzanan Samanlı dağlarının kuzey eteklerinde deniz kıyısında kuruludur. Altınova, Çiftlikköy, Merkez, Termal, Çınarcık ve Armutlu ilçeleriyle beraber ilin alanı ise İzmit körfezinin güney kıyılarından başlayıp Armutlu’ya kadar devam eder. Türkiye’nin kuzeybatısında, İstanbul, Kocaeli ve Bursa gibi üç büyük şehrin arasındadır. İlin kuzeyinde İstanbul, doğusunda Kocaeli, güneyinde Bursa’nın Orhangazi, Gemlik, İznik ilçeleri ve Gemlik körfezi yer alır. Yalova bölgesi, tarihi boyunca, sahip olduğu doğal güzellikler ve İstanbul’dan Anadolu’ya geçişin başlangıç noktasında olması açısından bulunduğu stratejik önemi nedeniyle her zaman dikkat çeken bir bölge olmuştur.

Osmanlılar Dönemi’nde Yalakâbâd ismiyle meşhur olan Yalova, önce Bursa Merkez sancağı içinde yer alırken daha sonra Karamürsel ilçesinin bucağı olarak İzmit’e bağlanmıştır. 1867’de Hüdavendigar (Bursa) Vilayeti Merkez sancağına bağlı bir kaza iken 1899’da bağımsız sancak olarak İzmit’e bağlanmış, 1901’de Karamürsel kazasından ayrılarak yeniden kaza olmuştur. Yalova, Kurtuluş Savaşı’nda Bursa Valisi Hacı Muhittin tarafından Bursa’ya bağlanmış, 30 Mayıs 1926’da ise Karamürsel’e bağlı nahiye iken 2 Aralık 1929’da Atatürk tarafından İstanbul’un ilçesi yapılmıştır. Yalova en son 1995’te Türkiye’nin 77. ili olmuştur. Bursa’nın Gemlik ilçesine bağlı Armutlu ve İzmit’in Karamürsel ilçesine bağlı Altınova da Yalova’ya bağlanarak 5 ilçeli bir il haline getirilmiştir.

Yalova, coğrafi olarak 39-40 kuzey enlemi, 29-31 doğu boylamları arasındadır. Denizden yüksekliği 2 metre, en yüksek noktası 920 metredir. İlin alanı ise 839 km2 dir.


Yalova il haritası. Şehir, Altınova’dan Armutlu’ya kadar uzanan Samanlı dağlarının kuzey eteklerinde deniz kıyısında kuruludur. Altınova, Çiftlikköy, Merkez, Termal, Çınarcık ve Armutlu ilçeleriyle beraber ilin alanı ise İzmit körfezinin güney kıyılarından başlayıp Armutlu’ya kadar devam eder. Türkiye’nin kuzeybatısında, İstanbul, Kocaeli ve Bursa gibi üç büyük şehrin arasındadır.

Yalova adı

Eski çağ kaynaklarda Yalova adına rastlanmazken bu bölgede İzmit körfezinin güney kıyılarında, doğudan batıya doğru sırasıyla; Helenepolis (Hersek Bölgesi), Pylai (Çiftlikköy), Pythia Therma (Termal) adları geçmektedir. Ayrıca Katırlı (Esenköy) ve Samanlı dağlarının adı Arganthonios şeklinde geçmektedir.

Bölge için XIII.yy’da Yalakova, XV ve XVI.yy’da Yalakâbâd, XIX.yy’da ise Yalıova ve Yalova adları belgelerde yer almaktadır. Bölge, Türk hâkimiyetine girmesinden sonra Yalakova ismiyle anılmaya başlamıştır (Büyük ihtimalle bu isim Hersek bölgesi için kullanılmıştır). Evliya Çelebi ise Yalova kasabasının isminin; Kara Yalvaçoğlu tarafından fethedilmesinin akabinde, Kara Yalovaç olarak anıldığını söyler. XVIII. yüzyılda Yalakâbâd kasabası ile ilgili vesikalar mevcut olmakla birlikte; XIX. yüzyıl belgelerinde ise Yalıova isminin kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Kaynaklara göre, bölge için XX. yüzyılın ortasına kadar Yalakâbâd ve Yalova isimlerinin beraber kullanıldığı bilinmektedir. Ancak yüzyılın ortalarından itibaren Yalakâbâd, yerini yavaş yavaş Yalova’ya bırakarak XX. asır başlarından itibaren bu adla anılmıştır.


XIII. yüzyılda bölgenin o zamanki adıyla Bithynia yerleşimleri

Avusturya-Macaristan Askeri Haritaları’nda Yalakdere Vadisi’nin görünümü

Eski Çağlarda Yalova

Yalova’nın Eski çağ tarihi aynı zamanda, başta Pylai ve Helenepolis olmak üzere adı geçen diğer yerleşimlerin tarihidir. Bölgenin IV. yüzyıl öncesi Eski çağ tarihi, başta Nikomedia (İzmit) olmak üzere, içerisinde yer aldığı Bithynia bölgesinin tarihi ile birlikte okunabilir. Nikomedia’ya bağlı taşra olarak değerlendirilen bölgede, Konstantinopolis’in kuruluşundan önce, kayda değer çok önemli bir yerleşim yoktur.

Elde edilen arkeolojik buluntulara göre Yalova’nın tarihi Yontma Taş Devri’ne kadar uzanır. Kazılar sonucunda Neolitik döneme ait pek çok eser bulunmuştur. Yalova’da bulunan eserler İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Yalova, M.Ö. III. yüzyılda Bitinya Krallığı, M.Ö. 74’te Roma İmparatorluğu’na bağlı bir şehir iken, 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesinden sonra Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalmıştır. Bu dönemde Yalova ve kaplıcalar ilgi ve bakım görmüş, Pylai ve çevresinde iskeleler ve saraylar yapılmıştır. Kaplıcalarının yanı sıra bölgedeki yerleşim birimleri, coğrafi ve ticarî önemleri sayesinde de cazibe merkezleri olmuş ve burada çeşitli şehir ve kasabalar tesis edilmiştir.

Yalova ve çevresinin Ortaçağ’da önem kazanması, Konstantinopolis’in IV. yüzyılın ilk çeyreği sonunda (324-330) yeni imparatorluk başkenti olarak ortaya çıkışıyla başlamıştır. Bugünün Yalova’sında yer alan, Konstantinopolis ve Anadolu arasındaki çift yönlü trafiğin en önemli geçiş noktası olan Helenepolis ve Pylai gibi yerleşimlerin Konstantinopolis’in kuruluşuyla birlikte önem kazanmasının gerisindeki temel neden, Bizans başkentini İznik’e ve daha güneye bağlayan yolun, İzmit körfezini dolaşmadan en kısa olarak denizden Diliskelesi ve Drepanon (Hersek) dili üzerinden gitmesidir.


Yalova ve çevresinin Ortaçağ’da ana yolları

Yalova Bölgesinde Eski Yerleşim Yerleri

XIV. yüzyıl içerisinde Yalova coğrafyasında bugünkü Yalova kentinin kesin olarak selefi diyebileceğimiz bir kent yoktu. Buna mukabil bugünkü ilçelerinin büyük bir kısmında o zamanlar çeşitli yerleşim alanları vardı. Bunlardan bir tanesi ve muhtemelen en önemlisi günümüzde Hersek adıyla bilinen Helenepolis’tir. Drakon Deresi (Yalakdere) yanına kurulmuş olan ve Roma İmparatoru I. Konstantin’in annesi Helena’dan adını alan bu yerleşim birimi bilhassa İmparator Jüstinyen zamanında imar edilmişti. Muhtemelen XV. asır Osmanlı kaynaklarında zikredilen Yalakâbâd kenti, aslında Helenepolis’tir. Çeşitli köylerin birleştirilmesiyle oluşan ve Drakon nehri yanına kurulmuş olan bu kent bir sur ile çevrelenmişti.

Zikredilen asırda bugünkü Yalova il sınırları içerisindeki kayda değer yerleşim birimlerinden birisi de Pylai şehriydi. Ancak, bugün Çiftliköy olan Pylai, Yalova sahilinde ehemmiyeti yüksek bir yerleşim birimi olmasına rağmen Osmanlıların bölgeye geldikleri dönemde eski önemini kaybetmişti. XII ve XIII. asırlarda Bizans İmparatorluğu için mühim bir ticaret kenti olan Pylai, surlarla da çevrelenmişti. Bizans döneminden kalan Kara Kilise, buraya bir zamanlar önem verildiğini göstermektedir (Kara Kilise Çiftlikköy bölümünde anlatılmıştır). Bu dönemdeki başka önemli yerleşim birimlerinden birisi de Pythia (bugünkü Termal) idi. Roma İmparatorluğu’nun başkentinin Büyük Konstantin zamanında İstanbul’a taşınması ile bu bölge bilhassa kaplıcaları sayesinde Romalıların uğrak yeri hâline gelmişti.

Yalova ve çevresi, günümüzde olduğu gibi Bizans döneminde de kaplıcalarıyla tanınıyordu. Helenepolis’in ilk bânisi Konstantinos, 337 yılında ölümünden hemen önce buraya gelmiş ve sıcak su banyolarından faydalanmıştı. Eski Yunan mitolojisinde Apollo Pythia ile irtibatlandırılan buradaki Pythia Therma kaplıca merkezi Bizans imparatorluk eliti tarafından ziyaret edilen bir yerdi. İmparator Justinianus’un (527-565) karısı Theodora’nın dört bin kişiden oluşan bir maiyetle burayı ziyaret ettiği kaynaklarca not edilmektedir. Pythia Therma’nın Bizans dönemindeki popülaritesinin de gösterdiği gibi, sağlık arayışıyla ilgili kaplıca turizmi, günümüzde olduğu kadar Eski ve Ortaçağ’larda da rağbet görüyordu.

Osmanlıların bölgeye geldikleri zamandaki önemli yerleşim birimlerinden başka bir tanesi ise Xenodochion idi. Bugün, Samanlı köyü olan Xenodochion, XIV. asırda Pylai ve Ptyhia’nın aksine gelişmiş bir yerleşim yeriydi. Xenodochion’un önem kazanmasının en büyük sebebi bölgenin doğal bir liman olmasıydı. Bu şekilde Xenodochion (Samanlı) Osmanlıların geldiği dönemde bölgenin en işlek ve gelişmiş yerlerinden birisi olma vasfını taşımaktaydı. Aynı zamanda bölgede bir de kale vardı. Buradaki kalenin Xerigordos kalesi olması kuvvetle muhtemeldir.

XIV. asırda bölgedeki önemli yerleşim birimlerinden birisi de Osmanlı kaynaklarının Çobankale, Bizans kaynaklarının ise Bapheus olarak adlandırdıkları yerleşim birimiydi. Bugün Yalova’nın Altınova ilçesinde bulunan Bapheus Kalesi, yalnızca Helenepolis-İznik hattının değil İstanbul ile Anadolu arasındaki irtibatın tesisi için de mühim bir yerdi. Bölgedeki başka bir Bizans yerleşim alanı ise bugünkü Karpuzdere Vadisi’nde olması gereken Triton kasabasıydı. Burası da Pylai ve Xenodochion gibi bir limandı. Bu yerlerin dışında XIV. yüzyılın başında bugünkü Çınarcık, Esenköy, Koruköy gibi yerlerde de yerleşimler vardı.


Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Gazi’yi beylerinden Akçakoca ve Konuralp ile tasvir eden bir resim (Yalova Kent Müzesi).

Osmanlılar Döneminde Yalova

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Yalova, küçük bir bölge olduğu için kaynaklarda hakkında fazla bilgi yoktur. Ancak özellikle Osman Bey ve Orhan Bey dönemlerinde Btyhnia bölgesinde fetihlerin genişlemesiyle birlikte Osmanlılar bir taraftan Batı Marmara diğer taraftan İzmit körfezine doğru uzanmışlardır. Buralarda yeni yerlerin fethedilmesi ile birlikte Yalova’nın da içinde bulunduğu yarımadanın kuzeyi hakkında daha detaylı bilgilere ulaşmak mümkündür. Ahmet Büyükaksoy, Yalova İl Özel İdaresinin çıkardığı Geçmişten Günümüze Yalova kitabında yer alan “Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Yalova”, adlı makalesinde konuyu genişçe ele almaktadır. Yazıdan bir bölüm özetlenerek aşağıya alınmıştır:

Osmanlıların Yalova’ya Gelmeleri ve Yalova’nın Fethi. XIV. yüzyılın başında bölgenin doğusunda Çobanoğulları Beyliği’ne bağlı bir uçbeyi olan Osman Gazi, İznik’i 1302 yılında kuşatma altına aldı. Bizans hükümeti, kuşatmayı kaldırmak için Leon Mouzolon komutasındaki bir orduyu gönderdi. Ancak durumu öğrenen Osman Gazi, Yalakdere’nin, Hersek diline döküldüğü yer olan Yalakova’ya çıkarma yapan Bizans ordusunu mağlup etmeyi başardı. Pachyemeres bu olayın, Bapheus (Çobankale) yakınında gerçekleştiğini söylemektedir. 27 Temmuz 1302’de elde edilen Bapheus zaferi, Osman Gazi’nin popülaritesini arttırdı.
Bu şekilde bugünkü Yalova’nın Termal bölgesi Osmanlıların eline geçmişti. Ancak Osman Gazi’nin bundan sonraki faaliyetleri daha çok İznik ve İzmit şehirleri arasındaki irtibatı kesmek için Kocaeli körfezi üzerine yoğunlaşmıştı. Osman Gazi’nin hedefini bu yöne çevirmesi, Yalova bölgesinin fethini Orhan Gazi dönemine bırakmıştı.

Orhan Gazi döneminde Türkler Yalova’yı da içine almak üzere İzmit körfezi sahilindeki manevra alanlarını genişletti. Ancak Yalova içerisinde hâlâ Osmanlıların eline geçmeyen yerler de vardı. Orhan Gazi’nin 1326’da uzun yıllar abluka altında olan Bursa’yı fethetmesi, Bizans İmparatorluğu’nun yöneticilerini endişelendirdi. Aynı zamanda İznik’in de ablukaya alınması İstanbul’un endişelerini arttırdı. Bunun üzerine İmparator III. Andronikos (1328-1341), Mesothynia (Kocaeli) Valisi Kontofre’nin teşvikiyle Orhan Gazi üzerine sefere çıkmaya karar verdi. Buradaki amaç, İznik’i kurtarmak ve Bursa’yı geri almaktı. Bu yüzden imparatorluk kuvvetleri bir kere daha Yalova’ya çıkarma yaptılar. Ancak Orhan Gazi, Bizans tazyikini öğrenmiş ve buna göre gerekli tedbirleri de almıştı. Nitekim Orhan Gazi 10-11 Haziran 1329’da Bizans imparatorunu Pelekanon Savaşı’nda mağlup etti. Bu mağlubiyet hâlihazırda sarsılmış olan Bizans gücünü daha da sarstı. Orhan Gazi, İzmit körfezi üzerindeki Yalova’ya kadar uzanan yerleri herhangi bir direnişle karşılaşmadan fethetti.

1330’lara gelindiğinde bölgenin büyük kısmı Osmanlıların eline geçmiş olsa da Yalova bölgesinde hâlâ bazı müstahkem mevkiler Bizans İmparatorluğu’nun eline kalmıştı. Bunlar arasında bugün Yalova il sınırları içerisinde olan Armutlu da vardı. Bölgedeki Bizans valileri Türk topraklarına saldırılar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Osmanlılar 1335’te Armutlu üzerine yürüdüler ve orayı kuşattılar. Armutlu tekfuru, fazla bir direniş gösteremedi ve kaleyi Türklere teslim etti.

Bizans elinde kalan tek bölge Bapheus (Çobankale) Kalesi idi. Müstahkem bir kale olan Çobankale bu özelliği ile Osmanlı fütuhatına karşı direnebilmişti. Aynı zamanda bölgedeki en stratejik mevkilerden biri olan İzmit şehri de Pelekanon Savaşı’ndan sonra vergi ödemek kaydıyla Bizanslıların elinde kalmıştı. Ancak Bizans İmparatorluğu içerisinde çıkan isyanlar, Osmanlılar için yeni bir fırsat yarattı. Bu fırsatı ganimet bilen Orhan Gazi, İzmit üzerine sefere çıktı. Bu sırada Bapheus Kalesi Kalayon adında birinin elindeydi. Kalayon bu kaleden Türk köylerine saldırıyor ve büyük tahribatlar yaratıyordu. Kalayon’un faaliyetlerine son verilmesinin gerekliliğinin yanı sıra İzmit’in fethedilmesi için de ilk önce Bapheus engelinin kaldırılması elzemdi. Müstahkem bir kale olan Bapheus’un ayrıca garnizonu da son derece kuvvetliydi. Orhan Gazi, Kara Ali ve Aykut Alp komutasındaki ordusunu Bapheus’un fethi için gönderdi. Bizans tarafında ise garnizonun ve kalenin gücünü arkasına alan Kalayon’un kendine güveni tamdı. Ancak savaşın başında atılan bir ok Bizans komutanının ciğerini deldi ve bu şekilde Bapheus’un kaderi mühürlenmiş oldu. Zira bu ölüm garnizonda büyük bir panik yaratmıştı. Komutanlarının savaşın hemen başında öldüğünü gören garnizon teslim oldu. İçinde büyük bir ganimet bulunduran kale bu şekilde Türklerin eline geçti.

Böylece Yalova ve havalisi 1337 yılında İzmit ile beraber Osmanlıların eline geçti. Yalova, fethedilir edilmez Osman Gazi’nin yoldaşı Akça Koca’nın neslinden olan Akça Kocalu’ya timar verildi. Sahil kesiminin muhafazası ise Akça Koca’nın yetiştirmelerinden Kara Mürsel’e verildi. Yalova, bu şekilde tamamen Türklerin eline geçmişti.

Fetihten sonra bölgeye Türkmenler iskân edildi. İstanbul’un fethine kadar İzmit ile birlikte Osmanlı donanmasına kereste ve hammadde sağlayan önemli bir merkez oldu.

Yalova,1453 yılında İstanbul’un fethi ve başşehir olmasıyla canlılık kazanmıştır. Buradaki kaplıcalar İstanbullular için Bursa’daki kaplıcalardan daha yakındı ve Yalova bölgesinden odun ve kereste tedariki kolayca sağlanabiliyordu. Bu durum yüzyıllar boyu sürecektir. Hatta 1571 İnebahtı Savaşı’ndan sonra yeniden inşa edilecek olan Osmanlı donanması için gerekli kereste ihtiyacının bir kısmı buradan tedarik edilmiştir.

Yalova bölgesi İstanbul’un fethinden sonra kazanmaya başladığı bu önemini XVI. asırda da sürdürdü. Bu dönemin başında Yalova bölgesinin idarî yapısında da değişiklik olmuş ve Yalakâbâd, İzmit sancağına bağlı bir kaza statüsünü almıştır. Bu dönemde Yalakâbâd’ın önem kazanmasının çeşitli sebeplerinden bir tanesi de Hersekzâde Ahmed Paşa ve Rüstem Paşa gibi devlet adamlarının bölgeye yatırım yapmalarıdır. Dolayısıyla XVI. yüzyıl içerisinde Yalakâbâd bölgesinin mamur olduğu söylenebilir.

XVII. yüzyılda Yalakâbâd kazası Kocaeli sancağına bağlılığını sürdürmekteydi. XVI. yüzyılda 44 timar, 11 de vakıf olmak üzere 55 karyesi olan Yalakâbâd’ın karye sayısının XVII. yüzyılın ilk yarısında 45’e düştüğü görülmektedir. Osmanlı döneminin en önemli eserlerinden biri olan Sultanahmet Camii’nin yapımında Yalakâbâd’dan gönderilen malzemeler de kullanılmıştır. 18 Aralık 1609 tarihli bir hükümde Sultanahmet Camii inşaatının ve diğer devlet binalarının ihtiyacı için yakacak istendiği belirtilmektedir.

XVIII. yüzyılda Yalakâbâd’a birtakım yatırımlar yapılmıştır ki bunların içinde en önemlisi Yalakâbâd Kâğıthanesi’dir. Faaliyetlerinin 1745 yılında başlandığı söylenebilecek olan tesis ilgili bölümde ayrıca anlatılmıştır.

XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar Yalova bölgesinde her türlü eşkıyalardan, Ermeni çetecilerine kadar pek çok eşkıyalık faaliyeti yaşanmıştır. Bölgenin ormanlık olması eşkıyalara avantaj sağlıyordu. Devlet bu eşkıyaların hakkından gelmek için yoğun bir çaba içerisine girmişti.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde Yalova

XVII. yüzyılda yaşamış ve ömrünün büyük bir kısmını seyahat ederek geçirmiş olan Evliya Çelebi de Seyahatnâmesi’nde Yalova’nın geçmişine ışık tutmaktadır.

Evliya Çelebi, seyahatlerine ilk olarak Hersek Dil burnundan başlamıştır. Bugün Hersek Camii’nin önünde bunu anlatan bir levha yazılıdır. Seyahatnâmesi’nin birkaç yerinde bölge geçmektedir. Seyahatnâme’nin bir yerinde Evliya Çelebi, Çobankale ve Yalakâbâd’ı şu şekilde tasvir etmiştir: “Sene tarihinde Rum keferesi destinden desti kahır ile bizzat Sultan Orhan ibn-i Osman Han Fethidir. Ma‘a Kara Mürsel Bey ve ecdadımız Yakub Bey bir vasi dere içre canib-i erbaası havaleli çar-kûşe seddadî senginbünyad kal’ası şeddaî binadır. İçinde ahali-i vilâyet koyunları kışlar çoban yatağı ve harami durağu ve tüccar yerdir. Etrak tayifesi bu kal’aya Yalak Deresi derler. Anı ubur idüp yine dere ve depeler içre beş saatde…”

Evliya Çelebi, Hersek karyesinden de şu şekilde bahseder: “Ebü’l-fetih Sultan Mehmed Han asrında Vezir Ahmed Paşa bina etmeglie Hersek ismile müsemma bir kasaba-i rânadır. Bin elli sekizde dil iskelesi deyu kasaba mevsufdur. Lâkin hanedan sahiplerinden Hasodabaşı Sefer Ağa, Hatemi Tai ve Cafer-i Bermeki taamı mebzul seha sahib-i ademdir. Andan canib-i kubleye kırk geçit nam derbend (ricalindir) içre kırk kerre Yalak deresin geçüb can-ı azizden bizar olarak.”

Evliya Çelebi Seyahatnâme’nin bir başka yerinde; 1640 yılında Başiskele’den deniz yoluyla gelip Dil İskelesi’ne çıkıp oradan tekrar kürek çekerek yine deniz yoluyla Yalova’ya geldiklerini, oradan güneye Termal’e gidip bir hafta kaldıklarını, oradan dönüşte de Samanlı’ya uğrayıp Yalova’ya tekrar dönüp yine deniz yoluyla adalara ve İstanbul’a gittiklerini anlatan bölüm şöyledir:

Menzili Baş İskele:……..Andan yine gemiye süvar olup otuz mil,

Menzili İskele-i Dil: Karşu tarafındagine Gekbiziye dili derler Üsküdar tarafından ammâ bu dil Herseke tarafında hakîkatü’l-hâl deryâ içre girmiş bir dildir.

Hikmet-i Hudâ sebebi hilkat-i dil: Bir gün bir seyyâhı âlem, Orhân Gâzî asrında bu mahalle gelüp keştîbânlara eydür ‘Oğullar beni karşu tarafa geçirin’ der. Gemiciler dervişi karşu geçirmeyüp giderler. Hemân dervîş-i dilrîşi âlim u âmil u ârifi billah eteğine toprak doldurup ‘Biz karşuya bi-emrillahi Te‘âlâ böyle geçeriz’ deyü eteğinden türâbı deryâya dökdükçe deryâ kara olup yürüyerek geminin ardı sıra yürür. Gemiciler bu hâli görüp ‘Meded Sultânım boğazı doldurup ekmeğimize mâni‘ olup İslâmbol’dan İzmit’e gemiler geçmez olur. Lütf edüp gemimize girin’ deyü ricâ ederler. Anlar dahi on iki bin adım kadar deryâyı dil gibi doldurdukdan sonra gemiye girerler. Hâlâ anınçün dil derler, bir sivri kumsal burundur. Ve dervîş hazretleri karşu cânibe geçüp keşf [ü] kerâmet etdikleriyçün derhâl rûhı pâklerin cânibi Hakka teslîm edüp Gekbiziye dili iskelesi hânı kurbunda Dil Baba Dede medfûndur.

Ve bu merkûm Hersek[e] dili kurbunda bir hânı azîm vardır, âyende vü revende anda mihmân olup karşu tarafda kayıklar gelmeğe muntazır olurlar. Sene () târîhinde Hersekoğlu Ahmed Paşa, Ebü’l-feth vezîridir. Ol hân anların binâsı olmağıla Hersek dili derler bir burundur. Ba‘dehû bu dilden bâdbânı keştî açup elli milde,

Evsâfı Menzili kal‘ai Kara Yalova: Kal‘ası ve şehri tekür kral kızı nâm bir krâle binâsıdır. Sene târihinde Osmân Gâzî fermânıyla Kara Yalvac oğlu feth etmeğile Yal(o)va derler. Feth etmede usret çekmeğile kal’ası münhedim olup bazı yerlerde eseri esâsları nümâyândır. Zamânı Yıldırım Hân’da Bursa sancağı hükmünde tahrîr olmuşdur. Yüz elli akçe kazadır ve yeniçeri serdâr ve subaşısı vardır. Şehri cümle yedi yüz evdir, serâpâ kiremit örtülü bâğlı ve bâğçeli ma‘mûr hânei fukarâlardır. Ve yedi mihrâbdır, çârsû içinde bir minâreli ve kiremit örtülü cemâ‘ati kesîreye mâlik câmi‘dir. … binâsıdır. Bir hammâmı ve üç hânı ve kırk elli dükkânı var. Lebi deryâdadır, ammâ âb (u) hevâsı sakîl, istemekânı (?), yoğurdlu, bir kasabai mamûrdur. Ve meyvei gûnâ-gûnu gâyet memdûhdur. Bu kasabayı seyr ü temâşâ edüp anda arabalara süvâr olup kıble cânibine 5 sâ‘at gidüp,

Menzili Germ-âbı Cihân-nümâ: Bir hâlî kûhistân içre aslâ güneş te’sîr etmez bir hıyâbânı kûyâhdır kim her tarafında birer kûşe ibâdethâne külbei ahzânları vardır. İki yüzden mütecaviz haymeler var. Biz dahi haymei müzeyyen, kuşda kurup sohbete başladık. Mukaddemâ {tahrîr olunan} Dil içmesi’nde müshil su içenler elbette bunda germ-âb ılıcalarına gelüp tahsîli mizâc ederler, bir kûhı bâlâ içre ılıcalardır. Yanko b. Madyân zamânı binâ olunmuşdur.

Sebebi Binâyı Germ-âb: Yanko kızı Aline nâm zimmiyye marazı cerebe mübtelâ olup kaş ve kirpik dökülüp çârdarb mutarraş ışığa dönüp cüzzâm ve miskîn olur. Âhir cemî‘î hukemâyı kudemâ bu duhtere ilâc etmede âciz olup âhir tebdîli hevâ içün ol kızı İslâmbol’dan bu dağlara bırağırlar. Ol kız dahi bu kûhi bülendler içre serserî gezerken bu ılıca suyuna râst gelüp andan nûş eder. Bir kaç günde cerebleri kara kara yanup söner. Kıza ma‘lûm olur kim ol suda hâssa vardır deyüp her gün sudan nûş edüp suya girüp kırk günde vücûdu dürri beyza döner. Babası Yanko’dan âdemler gelüp kızı bu hâlde görünce İslâmbol’da Yanko’ya müjde edüp kızı görmeğe bu câyı şifâya gelüp kızını gördükde hamdi Hudâ edüp bu germ-âb üzre altı aded kubbei azîmler binâ edüp niçe âsârı hayrâtlar inşa eder. Hâlâ iki kubbesi zâhirdir. Bir kubbe içre bir havzı azîmi vardır. Suyu gâyet ıssıdır. Ammâ mâi bârid halt edüp mu‘tedil olur. Gâyet nâfi‘ ılıcadır. Her sene kiraz mevsiminde bu dağlar benî Âdem ile bu ılıcalar hâtırıyçün ma‘mûr olur. Safâgâh mahaldir. Bunda kâmil bir hafta zevk u sefâ edüp yine arabalara süvâr olup 5 sâ‘atde,

Evsâfı Kal‘ai Samanlı: Sene (…) târîhinde Osmân Gâzî fethidir, be-desti Samanlıoğlu. Anınçün Samanlı derler. Bi-emrillah saman dahi çok olur. Lebi deryâda kal‘asın harâb edüp ancak yüz elli hâneli bâğlı ve bâğçeli ma‘mûr kasabadır. Bir câmi‘i ve üç mescidi ve bir kaç esvâkı muhtasarı vardır. Yalova nâhiyesidir. Bunun dahi hevâsı sakîldir. Bundan yine gemiye süvâr olup yigirmi milde,

Cezîre-i Heğbeli: Tokuz mil ihata eder, bâğlı ve bâğçeli ve âbı hayât kuyulu ve alaca alaca tavşanları var bir
ma‘mûr cezîredir.”


Yalova’nın kültür tarihininde önemli bir yer tutan Hersek köyündeki Hersekzâde Ahmed Paşa Külliyesi Camii’nin son cemaat yeri.

Hersekzâde Ahmed Paşa Camii’nin XVI. yüzyıldan izler taşıyan batı duvarından detay

Bölgede Yaşanan Depremler

Yalova, bölgenin deprem bölgesi olmasından dolayı tarihi boyunca birçok depremden etkilenmiştir. 14 Mayıs 1719’da gerçekleşen ve tarihe “zelzele-i azîme” olarak geçen deprem İstanbul’la beraber Kocaeli sancağı ve dolayısıyla Yalova’ya da büyük zarar vermiştir. Dönemin tarihçilerinden Silâhdar Fındıklılı Mehmed, Nusretnâme isimli eserinde Yalova’nın da yaşadığı zararı şu şekilde anlatır: “Şehr-i İznikmid’in beşde dört bölüğü yıkıldı, altında kalan ricâl ve nisvân ve sıbyândan dört bin kadar âdem helâk olduğun tahkîka irdi ve altı aded câmi‘ şerîf yıkılup içinde bulunanlardan altı yüz kadar âdem helâk oldu ve kâfirî binâ şehre gelen su kemerlerinin beşi yıkıldı ve hattâ yirmi beş zirâ‘ bir şayka yapıldığı yerden tîzgâhdan kaldırup on adım kadar mahalle atduğın gören kimesnelerden işitdim buna münâsebet fakirin bağçe kapusu dâhilinde hisâr dîvârı üzre olan hânemizin bir camını kopardup yirmi adım mahalle atduğun bize vâki oldu ve Yalova kasabasının nıfsı(yarısı) yıkıldı ve Karamürsel kasabası bütün yıkıldı…”

Bu yüzyıl içerisinde Yalakâbâd’ı etkileyecek başka bir deprem ise 1766’da gerçekleşmiştir. Bu deprem sonucunda bölgede binlerce kişi ölmüş ve pek çok insan da yaralanmıştır. XVIII. yüzyılda olduğu gibi XIX. yüzyılın sonunda 1894’te Marmara Bölgesi’nde Yalova’yı da etkileyecek olan çok ciddi bir deprem daha yaşanmıştır.

1844-1845 Temettuat Defterlerinde Yalakâbâd

M. Emin Yardımcı’nın yayınladığı 1844-1845 Temettuat Defterleri’nde Yalakâbâd kazası ile ilgili, dönemini birçok yönüyle aydınlatan önemli bilgiler vardır:

“Yalakâbâd Kazası, 1844-1845 Temettuat Defterleri’nde Bolu Eyaleti’nin İzmit Kaymakamlığı’na bağlıdır. 1523 tarihli Kocaeli tapu tahrir defterlerinde, Yalakâbâd kazasında 1006 hane, 322 mücerred bulunmaktadır. Tahmini nüfusu 5352’dir. Yalova’da toplam 1437 hane bulunmaktadır. Toplam hane miktarının 349’u Müslüman, 1088’i Hıristiyan’dır. Müslüman hanelerin toplam nüfus içindeki payı %24,29 iken gayrimüslim hanelerin payı ise %75,71 nispetindedir. Tahmini hane mevcudunu 5 olarak kabul edersek Müslüman nüfus 1745, gayrimüslim nüfus ise 5440’tır. Kılınç, Çukur ve Samanlı karyeleri müslim ve zımmi olarak ayrı kaydedilmiştir. Yalova Kasaba merkezi dışında 12 Müslüman, 12 gayrimüslim karyesinden oluşmaktadır. Şehirde 77 Müslüman hanesi ikâmet etmektedir. Kasaba’nın toplam nüfus içindeki payı %5,53’tür. Kasaba merkezi kırsal niteliktedir. Mahalleler bulunmamaktadır. Sadece Rüstem Paşa Mahallesi’nin ismi geçmektedir. En büyük Müslüman karyesi 51 hane Gacık’tır. En büyük gayrimüslim karyesi 233 hane sahibi Katırlı’dır. Bunun 199 hane ile Kızderbend, 141 hane ile Koru ve Kadı takip etmektedir. Engere 100 haneyi geçen diğer gayrimüslim karyesidir. Kılınıç zımmi ve Çukur zımmi köylerinde 100 hane Ermeni bulunmaktadır. Diğer gayrimüslim köylerinde Rumlar yaşamaktadır. Temettuat defterlerine göre meslek grupları şöyledir: Tarım sektöründe çalışanların payı %54,8’dir. Daha sonra gemici (sefine) tayfası takip etmektedir. Denizcilik sektöründe çalışanlar da önemli orandadır. Odunculuk ve beygircilik (taşımacılık) kırsal alanda görülmektedir.”

Yalova kazası Temettuat Defterleri’nde; bir kasaba merkezi, 24 köy ve çiftliklerin kayıtları bulunmaktadır. Nüfus dağılımında Hristiyan hanelerin sayısı 1088, Müslüman hanelerin sayısı 349’dur. Kasaba merkezinde 77 Müslüman hanesi ikâmet etmektedir. Tarım ve hayvancılık bölge genelinde yaygındır. Deniz kenarındaki köylerde ise balıkçılık ve taşımacılık yapılmaktaydı. Dağlık bölgelerde odunculuk ticareti ön plandadır. Katırlı (Esenköy) köyü denizcilik sektöründe ve bağ ürünlerinde etkin bir gelir düzeyine sahiptir. Hububat üretiminde buğday, yulaf ve arpa ekilmiştir. Tarım sektöründe bağ, bostan ve dut ürünleri zirai hayatın önemli bir parçasıdır. Besicilikte ise koyun, keçi, camış ve sığır gibi hayvanlar yetiştirilmiştir.

XIX. yüzyıl içerisinde nüfusu artan kazada bu yüzyılda Sultan Abdülmecid döneminde rıhtımın Yalova’ya taşınmasıyla gelişim başlamış, daha sonra 1901 yılında kaza haline getirilerek hükümet konağı inşâ edilmiştir. Rıhtımın devamı olarak yollar ve köprüler yapılarak, Kaplıca Bölgesi’nin güvenliği ve ulaşımı için birtakım tedbirler alınmıştır. XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başında görülen bu değişimlere rağmen, 1910’lardan sonra ülkenin sürekli savaş halinde olması ve bölgede de bu durumun etnik yapıda hissedilmesi Yalova ve çevresini bakımsız ve ilgisiz bırakmıştır. Özellikle I. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın
Yalova’yı etkilememesi düşünülemez ki kaza, savaş sonucunda Yunanlar tarafından işgal edilmiş ve büyük tahribat yaşamıştı.

İmparatorluğun kuruluşundan yükselişine, yükselişinden yıkılışına kadar bütün süreçlerine şahitlik etmiş olan Yalova’nın adı XX. yüzyılda artık kesinleşmiş ve Yalakâbâd veya Yalakova isimleri tedavülden kalkmıştır.


Yalova’nın İstanbul’a yaptığı katkıları anlatan bir pano, Yalova Kent Müzesi’nden

Balkanlar’dan kağnılarla yola çıkan köylüler, Illustration Mecmuası

XIX. Yüzyılın Ortalarından Cumhuriyetin İlk Yıllarına Kadar Yalova’ya Yapılan Göçler

Osmanlı’nın toprak kaybetmeye başlamasından sonra özellikle de XIX. yüzyılın ortalarından itibaren kaybedilen topraklarda yaşayan Müslüman ahali özellikle Balkanlar ve Kafkasya’dan zaman zaman geriye doğru kitlesel olarak göç etmeye başlamışlardır. Anavatanlarını terk etmek zorunda kalan göçmenler kara, deniz ve demiryolu vasıtalarıyla Osmanlı topraklarına göç etmişlerdir. Bu göçlerden en çok nasibini alan yerlerden birisi de Yalova topraklarıdır. O yüzden bugün Yalova’nın demografik yapısı oldukça çeşitlidir. Kırım’dan, Kafkasya’dan, Arnavutluk’tan, Bosna-Hersek’ten Bulgaristan’dan ve Balkanların muhtelif
yerlerinden gelen; Nogaylar, Batumlular, Çerkesler, Karaçay-Malkar Türkleri, Dağıstanlılar vb. gibi birçok Müslüman toplulukları Yalova’nın çeşitli bölgelerine yerleştirilmişlerdir.


Balkan Harbi sırasında yıkılan köylerini terk etmek zorunda kalan aileler, 1912

Daha eskilerden göçler varsa da Yalova’nın bugünkü nüfus yapısını etkileyen göçler XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kırım Harbi ve 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı yıllarından başlayıp mübadelenin yaşandığı 1924 yılına kadar geçen dönemde gerçekleşmiştir.

Yalova’ya 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ile başlayan kitlesel göç hareketlerinde en çok Batum ve Çerkes göçmenlerin iskân edildikleri bilinmektedir. Günümüzde Termal, Üvezpınar, Kurtköy, Esenköy, Teşvikiye gibi yerleşim yerlerinde yani Yalova’nın batısında Batum göçmenleri ağırlıktayken, Çerkes göçmenler ise Yalova’nın doğusu ve muhtelif bölgelere iskân edilmişlerdir. Bu bölgeye yerleşen Kafkas muhacirler genellikle dağlık bölgeleri tercih etmişlerdir. 93 Harbi’nden sonra Yalova’ya iskân edilen bir diğer Kafkasyalı kabile Dağıstanlılar’dır. Şeyh Şerafeddin ve Şeyh Muhammed Medenî önderliğinde örgütlenen Dağıstanlılar Güneyköy’ü planlı bir şekilde kurmuşlar ve Esadiye ile Sultaniye de bu iki şeyhin liderliğinde kurulmuştur. Kafkasya bağlamında Yalova’ya yapılan diğer göç ise Karaçaylılar tarafından Çiftlikköy’e yapılmıştır. 93 Harbi’nden sonra Balkanlar’dan da Yalova’ya göçmenler gelmiş ve bu göçmenler Yalova’nın muhtelif bölgelerine iskân edilmişlerdir. Balkanlar’dan Yalova’ya yapılan esas göçler ise Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında meydana gelmiştir. Bu göçmenler Taşköprü, Koru, Hacımehmet ovası gibi yerlere iskân edilmişlerdir. Bu göçmenlere ek olarak Yalova’ya Kırım ve civarından yapılan göçler de Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra gerçekleşmiştir. Sonuç itibariyle, Yalova XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren yoğun bir şekilde göçe maruz kalmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Cumhuriyet’e uzanmasını sağlayan bu göçler günümüz Yalova’sının temellerinin atılması açısından da önemlidir.”


Selanik’ten Küçük Asya’ya yola çıkacak olan kargo gemisi ve mübadiller, Illustration Mecmuası, 1924, Paris

Kurtuluş Savaşından Önce Yalova’nın Nüfus Yapısı

Yukarıda belirtilen göçlerle birlikte nüfus yapısı oldukça değişen Yalova’nın İstiklal Savaşı öncesinde nüfusu oldukça kozmopolit bir yapıdaydı. Bölgede, göç eden Kafkas ve Balkan Müslüman göçmenleri ve yerli Türklerle beraber Rum ve Ermeniler de yoğunluktaydı. Zaman zaman yerli halkla yeni gelenler arasında olaylar yaşanıyordu. Köylerin büyük bir kısmı tek bir etnik unsurdan oluşuyordu, ancak bazı yerleşim yerleri ise karma durumda idi. Kurtuluş Savaşı öncesi Yalova’da göç yoluyla gelenlerin büyük bir kısmı aralarında kaynaşamazken Türkçe konuşamayanların sayısı oldukça fazlaydı. Bölgedeki azınlıkların durumu ise şöyleydi. Hacı Mehmet, Safran, Koruköy, Elmalık, Engere, Katırlı (Esenköy), Yortan (Kazımiye) köyleri Rum, Çengiler (Sugören), Kılıç, Laledere köyleri ise Ermeni köyü idi.


Osmanlı toprakları her zaman göçmenlere sığınak olmuştur. Bunu anlatan bir tablo (Pyotr Nikolayevıch Gruzinsky, Rus Birlikleri Yaklaşırken Dağlıların köylerini terk edişi, 1872, Tuval üzerine yağlı boya, St. Petersburg Rus Devlet Müzesi).

Nüfusun tamamı Müslüman Türk olan Burhaniye, İlyasköy, Kabaklı gibi köyler ise azınlıkta idi. Burhaniye köyü Rize’den gelen Karadenizliler tarafından kurulmuştu. Elli, altmış yıl gibi kısa bir süre içinde önemli nüfus değişikliğine uğrayan Yalova halkı genel bir kaynaşma sorunu yaşarken, komşu Rum ve Ermenilerle de sorunları vardı. Osmanlı Devleti’nin güvenliği tam olarak sağlayamadığı son dönemlerinde Yalova’da da Rum ve Ermeni çeteleri kurulmuştu. Bu çeteler bazen İzmit, İstanbul gibi şehirlerde eylemlere katılarak devleti ve halkı zarara uğrattıktan sonra kaçıp saklanma yeri olarak Yalova’yı seçiyorlardı.

1913 yılındaki nüfus sayısı şöyle dağılım gösterir: Müslüman 7.954, Rum 10.274, Ermeni 3.304 Toplam: 21.532. Buna karşılık 1935 yılındaki nüfus sayısında ise büyük bir fark ortaya çıkmaktadır. Merkez ilçe: 2.635, Köyler: 14.205 Toplam: 16.840. Aradaki fark İstiklal Harbi’nde katliama maruz kalan insan sayısını ortaya koymaktadır. Tabii ki mübadele sebebiyle Yalova’dan Yunanistan’a veya dünyanın çeşitli ülkelerine göç eden Rum ve Ermenilerin sayısı da düşünülmelidir. Ancak bunların yerine Yunanistan’dan mübadele yoluyla göç eden Türk nüfusu olduğunu unutmamak gerekir. İstiklal Harbi sırasında Yalova’da 6000 – 6500 civarında Müslüman Türk’ün katledildiği göz önüne alınırsa nüfus sayıları arasındaki farkı ortaya koymaktadır.


Kafkas Kervanı (Richard Karlovich Zammer, 1866-1939)

Yalova her zaman göç alan bir bölgeydi. Osmanlıların toprak kaybetmeye başlamasından sonra özellikle de XIX. yüzyılın ortalarından itibaren kaybedilen topraklarda yaşayan Müslüman ahali özellikle Balkanlar ve Kafkasya’dan geriye doğru kitlesel olarak göç etmeye başlamışlardır. Bu göçlerden en çok nasibini alan yerlerden birisi de Yalova topraklarıdır. Kırım’dan, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan gelen birçok Müslüman toplulukları Yalova’nın çeşitli bölgelerine yerleştirilmişlerdir.


Kafkas göçmenleri

Milli Mücadele Yıllarında Yalova

Osmanlının son dönem çalkantılarını, Ermeni terörünü, I. Cihan Harbi ve peşinden Balkan Harbi facialarını yaşayan Yalova, İstiklal Savaşı sırasında da yerli Ermeni ve Rum komşularıyla birlikte işgalci Yunanlılar tarafından yapılan ağır bir zulme ve yıkıma uğramıştır. Bu zulümlerden bazılarının sadece başlıklarını verecek olursak şöyledir (ki detayları ilgili kaynaklarda genişçe vardır): Ekim 1920’de Yalova Baskını, Kasım 1920’de Yalova Baskını, Dereköy Katliamı, Paşaköy Katliamı, Çalıca Köyü Katliamı, Kirazlı Katliamı, Ortaburun Köyü Katliamı, Üvez Pınar Köyü Katliamı, Akköy Katliamı, Soğucak Kurtköy ve Samanlı Köyleri Katliamları, Çınarcık Katliamı, Teşvikiye Köyü Katliamı, Armutlu’ya Bağlı Köylerde Yapılan Katliam, Reşadiye Köyü Katliamı, Kocadere Katliamı, Kapaklı Köyü Katliamı.

Buralarda binlerce masum insan hunharca katledilmiş, malları yağmalanmış; kaçabilenler de göç etmek zorunda kalmıştır. Bu işgal ve zulümler sırasında halk birçok bağımsız müfrezeler kurarak direnişe geçmiştir. Bölgede düşmana karşı direniş gösteren grupların adı kayıtlarda şöyle geçmektedir: İbo Müfrezesi, Fatma Seher Hanım Müfrezesi, Burhaniye Müfrezesi, Şeyh Şâmil Müfrezesi, Paşaköy Müfrezesi, Aslanlı Ali Müfrezesi, Esadiye Müfrezesi, Gökbayrak Taburu ve Ne Olursa Olsun Taburu. Verilen yoğun mücadeleler sonunda milli güçlerin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki milli ordunun zaferiyle, 15 Eylül 1920’de başlayan esaret 19 Temmuz 1921’de sona ermiştir.

Katliamlar sırasında Yalova ve çevresinden toplanan bir grup mülteci 26 Mayıs 1921 günü Gülnihal gemisi ile İstanbul’a götürülmüşler, bunlar daha sonra tekrar dönmüşlerdir. Bu konuda tez hazırlayan N. Küçük çalışmasının sonuç bölümünde konuyu özetle şöyle anlatmaktadır:

“Yalova’da doğu köylerinde müfrezeler kurulmasına karşın batı köylerinde böyle bir oluşum görülmez. Oysa ki Yunan mezalimini en şiddetli yaşayan batı köyleridir. Katliamlar özellikle Kocadere, Teşvikiye, Şenköy gibi köylerde yoğun olmasına karşılık buralarda herhangi bir direniş belirtisi yoktur. Yalova’nın çoğu köyü 1850’li yıllardan sonra kurulduğu için köyler arasındaki bağlantının kopuk olması belkide böyle bir örgütlemeyi engellemiş olabilir. Doğu tarafındaki köylerde yerleşim daha eski tarihlere dayandığı için, köy halkı arasında köklü dayanışma vardır. Bu da milli müfrezelerin oluşmasını kolaylaştırmıştır. Yalova’da bağımsız müfrezeleri örgütleyen kişi Demir Bey’dir. Demir Bey’in bu faaliyeti kurtuluş hareketini daha teşkilatlı hale getirmiştir. Ayrıca Yalova’da Kurtuluş Savaşında ön plana çıkan isimler; Yüzbaşı İsmâil Kemal, Yüzbaşı Kazım, Üsteğmen Abdülkadir Efendi, Öğretmen Yusuf Ziya Bey, Milis Teğmen Rasim Koçal ve Akköylü İbo’dur. Milli müfrezeler bölgede Rum ve Ermeni çetelerine karşı köylerinin emniyetini sağladılar.

İstanbul ile Anadolu arasında en önem geçiş noktası Yalova’dır. İstanbul’dan kaçan subaylar ve kaçırılan cephaneler İstanbul’dan kayıklarla Yalova’daki Hersek’e çıkarılarak buradan Anadolu içlerine götürülmüştür.

Yalova’da yaşanan mezalimin sonuçları bölgeyi uzun yıllar etkilediği gibi yakılıp yıkılan köyleri yeniden onarmak, yeniden normal bir hayata dönmek Yalova halkı için kolay olmamıştır. Bazı köyler tanınmaz hale geldiğinden köy halkı evlerini farklı yerleşim yerleri açarak buralara kurmuş veya nüfus mübadelesi ile giden Rumların evlerine yerleşmişlerdir. Bölgede tamamen yok edilen köyler mevcuttur.


Çengiler (Sugören) köyündeki Ermeni çetecilerin depoladığı silahlar. Milli Mücadele yıllarında işgalci Yunanlılar ve onlarla iş birliği yapan yerli Ermeni ve Rumlar tarafından Müslüman Türk ahaliye çok büyük katliamlar ve zulüm yapılmıştır. (Fotoğraf, Kent müzesinden)

Reşadiye (Güney) köyü kaçabilenler hariç tamamı yok edilen köylerden birisidir. Yalova bölgesinde öldürülen insan sayısı 6000–6500 civarındadır. Bu kayıpların bir kısmı resmi kayıtlara intikal edebilmiştir. Yalova halkının kayıtlara göre maddi zararı ise taşınmaz mallar 16.655.150 lira, taşınabilir mal kaybı ise 517.980 liradır.

Yunanlıların yaptıkları bunlarla sınırlı değildir. Bölgede çok sayıda kişi tutuklanarak Yunanistan’a götürüldü. Daha sonra tutuklananlardan az bir kısmı geri dönerken, büyük bir kısmının akıbeti hakkında herhangi bir bilgi alınamadı. Milli müfrezelerin bölgeye hâkim olmasından sonra iş birlikçiler, yani yerli Rum ve Ermeniler Yunan kuvvetlerinin bulunduğu Mudanya’ya gittiler. Bağımsız Yalova Bölüğü, Mudanya’ya girdiğinde burada bulunan Rum ve Ermeniler tedirgin halde bekliyorlardı. Bunlara karşı herhangi bir saldırı olmaması için tedbir alan Yalova Bölüğü, böylece insanlık adına üzerlerine düşen görevi de yapmış oldu.

Yunanlıların Eskişehir- Kütahya Muharebeleri öncesi Yalova bölgesindeki kuvvetlerini çekmeye başlamasıyla bağımsız Yalova Bölüğü de Yalova’yı ele geçirmiş böylece, 15 Eylül 1920’de başlayan esaret 19 Temmuz 1921’de sona ermiştir. Bu tarihten sonra Bağımsız Yalova Bölüğü Yunanlıların bu bölgeye geçmemesi için Sugören ile Reşadiye arasındaki boğaza hâkim olarak görevlerini başarıyla yerine getirmişlerdir.


Mudanya İskelesi’nde Anadolu’dan ayrılmak üzere olan toplanan Rumlar, Illustration Mecmuası, 1922, Paris

Yalova, batı cephesinin yan cephesi olarak Kurtuluş Savaşı’nda üzerine düşen görevi gerektiği gibi yerine getirmiş, Yunan kuvvetlerinin geriye dönüşünü engelleyerek Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasına da büyük katkı sağlamıştır.”

Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Yalova ve Atatürk

Cumhuriyete girilirken Kurtuluş Savaşı’nın bitip, ülkemizin yeniden imarının yapıldığı ilk yıllarda Yalova’nın durumu çok kötüydü. Kaplıcalar bakımsızlıktan ve tahribattan nasibini almış, merkezde sıtma ve salgın hastalıkları sebebi ile halkın büyük bir kısmı hastalıklarla mücadele ediyordu. Kent merkezi sazlık ve bataklıkların yaygın olmasından kaynaklı olarak sivrisinek yatağı haline gelmişti. Merkez nüfusu bazı köylerden daha azdı. Savaş sebebi ile köylerin büyük bir kısmı tahrip olmuş, bazı köyler ise tamamen yakılıp yıkılmıştı. Yalova ve çevresinde Kurtuluş Savaşı’nda yaklaşık olarak 6500 civarında kişi mezalime uğramış, resmi kayıtlara göre 232 ev tamamen yakılıp yıkılmıştı. Köylerin bir kısmı ise boşaltılmıştı.

“Cumhuriyet Döneminde Yalova” adlı makalede bu konu özetle şöyle anlatılmaktadır:

“Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Ağustos 1929 günü Yalova’ya ilk gelişi ile birlikte bölge genç Cumhuriyetin şekillendiği, Ankara dışındaki önemli diğer bir merkez haline gelmiştir. İlk iş olarak bölgede yaşayan halkın en büyük sorunu olan sıtmayla mücadeleye girişilmiş, bataklıklar kurutulmuş ve halka ücretsiz ilaç yardımı ile kısa sürede sıtma ile mücadelede sonuç alınmıştır.

Bölgenin idari yapısında da 20.11.1929 tarihinde çıkartılan kanunla değişikliğe gidilerek, Yalova kaza merkezi haline getirilmiş ve İstanbul’a bağlanmıştır. Bölgenin güvenliği için bir polis teşkilatı ve itfaiye teşkilatı kurulmuş, posta ve telgraf teşkilatı merkezi yapılmış, ayrıca elektrik verilerek büyük şehirlerle telefonla görüşme imkânı sağlanmıştır. Yalova’nın köylerle de bağlantısı sağlanmış ve 1929’da Yalova’da okul sayısı 6 iken 1932’de bu sayı 26’yı bulmuştur.

1934 yılında Halkevi binası yapılmıştır. Bina 1999 yılında meydana gelen deprem sonrası yıkılarak plan özellikleri korunmuş şekilde yeniden yapılmıştır.


Atatürk’ün Yalova’da yaptığı hizmetleri anlatan bir pano, Yalova Kent Müzesi’nden.

Atatürk, tarımsal üretim konusunda, Marmara Bölgesi ve yakın çevresine model oluşturmak amacıyla Yalova’nın doğusunda Millet Çiftliği, batısında da Baltacı Çiftliği adını verdiği birer çiftlik arazisi satın almıştır. Burada, dönemin modern tarım ve hayvancılık teknikleri uygulanarak kısa zamanda üretimin sonuçları alınmaya, İstanbul’da sekiz yerde satış mağazası açılarak üretilen ürünün satışının yapılmasına başlanmıştır. Bölge çiftçisine model olacak şekilde üretimin yapıldığı ve Atatürk’ün şahsî çiftlikleri konumundaki Millet ve Baltacı Çiftlikleri 11 Mayıs 1938 günü hazineye devredilerek Türk milletine armağan edilmiştir.


Atatürk Yalova iskelesinde kendisini karşılayanları selamlıyor, 17.7.1930

1929-1938 yılları arasında toplam 313 gününü Yalova’da geçiren Atatürk, buradaki ikâmeti sırasında genellikle Termal kaplıcaları içerisindeki köşkte kalmayı tercih etmiştir. Çiftliklerindeki çalışmaları yerinde incelemek ve denize girmek için ise küçük ölçülerdeki iki köşkü daha bulunmaktadır. Bu köşklerden Millet Çiftliği içerisinde bulunan köşk günümüzde “Yürüyen Köşk” olarak bilinmektedir. Atatürk’e ait diğer bir köşk ise Baltacı Çiftliği içerisinde yer alan bugünkü TİGEM Atatürk Köşkü’dür. Atatürk, çiftliği satın aldığında yerinde mevcut olan köşk, bu dönemde iç düzenlemesi yapılarak tekrar kullanıma sunulmuştur.

Bu dönemde, Yalova Termal Kaplıca Bölgesi, Atatürk tarafından özellikle ele alınarak yeniden imar edilmiş ve yabancı devletlerin yöneticilerinin bile tatil için rağbet ettiği modern bir yapıya kavuşturulmuştur. Bugün Yaveran Köşkü ve Atatürk Köşkü olarak bilinen köşkler ve daireler hazırlanarak çalışma ofisleri ve halk için Büyük Otel ve Gazino onarılarak hizmete sunulmuştur.

Atatürk’ün ömrünün son yıllarında Yalova kentinin modern gelişimi için yaptırdığı son çalışma “Yalova İmar Planı”dır. Bu plan ile daha 1930’lu yıllarda şehrin gelişim yönü ve ana güzergâhları belirlenmiştir. Şehrin ana iskeletinin oluşturulduğu bu planlama günümüzde de korunmuş, şehrin gelişimi bu planlama etrafında gerçekleşmiştir. ‘Geleceğin su şehri olacaktır’ dediği Termal’i dünyanın en önemli sağlık merkezi, ‘Benim kentim’ dediği Yalova’yı ise genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kentlerine model teşkil edecek şehir haline getirmişti.”


Yalova’nın havadan görünüşü, 2019. Günümüzde Yalova, artan nüfusu, gelişen ekonomisi ve modern çehresiyle İstanbul, Bursa, İzmit arasında gelişmeye devam eden bir şehirdir

Günümüzde Yalova

Atatürk’ün vefatından sonra da Yalova’da gelişmeler devam etti. Nüfus zamanla çoğaldı. Yalova iç göç almaya başladı. Sanayi ve ticaret gelişti. Özellikle Atatürk Araştırma Merkezi’nin önderliğinde tarım gelişme gösterdi. Çiçekçilik ve meyvecilikte il söz sahibi konuma geldi.

1995’te il olan Yalova’da günümüzde idari yapılanma şu şekildedir:

Merkez ilçe: Belde: Kadıköy. Köyler: Elmalık, Sugören, Samanlı, Soğucak, Kazımiye, Safran, Hacımehmet, Güneyköy, Kirazlı, Esadiye, Kurtköy.

Çiftlikköy ilçesi: Belde: Taşköprü. Köyler: Burhaniye, Çukurköy, Dereköy, Denizçalı, Gacık, İlyasköy, Kabaklı, Kılıç, Laledere, Sultaniye.

Termal ilçesi: Üvezpınar, Gökçedere Mahallesi, Termal ilçesini oluşturur. Köyler: Akköy, Yenimahalle.

Çınarcık ilçesi: Beldeler: Esenköy, Koruköy, Teşvikiye. Köyler: Kocadere, Şenköy, Ortaburun,

Armutlu ilçesi: Köyler: Hayriye, Kapaklı, Mecidiye, Fıstıklı, Selimiye.

Altınova ilçesi: Beldeler: Kaytazdere, Subaşı, Tavşanlı. Köyler: Aktoprak, Fevziye, Sermayecik, Geyikdere, Karadere, Hersek, Tevfikiye, Tokmak, Havuzdere, Ahmediye, Ayazma, Örencik, Çavuşçiftliği.

Yalova bugün; özellikle çiçekçilik başta olmak üzere tarımdaki gelişmeleri, tersanecilikteki önemi ve yeri, sanayi ve ticaretteki gelişmeleri, artan turizm potansiyeliyle İstanbul, Kocaeli ve Bursa üçgeni içinde hızla gelişen, değişen, büyüyen bir kenttir.


Yalova sahilinden



Kaynak: T.C. Yalova Valiliği

Yorum bırakın

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑

Altınova Güncel sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın